13 Kasım 2012 Salı

Tarih Şuuru


Hayat canlı bir organizma gibidir; gelenek ve göreneklerimiz, yönetim sistemimiz,yemeklerimiz, elbiselerimiz her gelen günle değişiyor. Bu değişmeler hayatın dinamizminin bir sonucudur; fosilleşmesinin önüne ancak bünyesinde taşıdığı muharrik güçle geçmektedir.
Canlılığın kaçınılmaz bir özelliği olan değişmelerde bizi toplum olarak devam ettiren tarih şuurudur. Bu şuur eksik olursa, her renkten renge girişimizde kendimizi milletçeyeni bir kişiliğe kavuşmuş zannederiz; bu da milli şuurumuzun parçalanmasına, şizofrenik bir hal almasına sebep olur.
Hayatımızda yer alan bütün sosyal ve tabii olayların geçmişleri vardır. Günlükhayatımızdaki bu olayları izah etmedikçe onlarla ilişkimiz uyurgezerlik seviyesindedir. Onları izah ettikçe hayatımızdaki yerlerini kavrar, daha iyi nasıl olabileceklerine dair kafa yormanın ihtiyacını duyarız. Tarih şuurundan yoksun kişi ve toplumlar kendilerini ancak bir vasıta, bir alet, bir gölge, nasıl ortaya çıktıklarını bilmeyen bir parça sanırlar. Bundan dolayı da kendi varlıklarının devamını, mutluluklarını başkalarında ararlar.
Bugün yaşadığımız an, yüzyıllar boyunca sürmüş mücadelelerin, heyecanlı yaşanmış haritaların yeni bir geleceğe açılan eşiğidir. Demek ki tarih, sadece keşfolunan ve yalnızca seyredilen kuru olaylar resmi geçidi değil, aynı zamanda önümüze konan bir hayattır. Bizi köksüzlükten kurtarıp, ebediyete akıp giden ırmağa dönüştüren, aynı kaderi paylaşan milletlerin arasında bize varlığımızı duyuran tarih şuurudur. Toplumda tarih şuuru halinde fonksiyonunu ifa eden bu fenomeni hazırlayan aydın beyinlerin ürünü olan tarih felsefesidir.
Tarih felsefesi halka bilgi olarak değil, irfan olarak yansır. Olayları belki yeterince izah edemez; ama onunla sezer. Milli mücadele zamanında okur yazar oranımızın yüzde on iki civarında olduğu söylenmektedir. Üniversite mezunlarımız parmakla gösterilecek kadar azdı. Elde kalan vatan parçasında ciddi bir otorite mevcut değildi; yani bölünmeye hazırdı. Dış tahrikler havsalaya sığmayacak düzeydeydi. İşte bu yıllarda İngilizler, Van’da Kürt beylerini topladılar. Onlara ayrı devlet kurmalarının lüzumunu anlattılar. İngilizleri dikkatle dinleyen Kürt beyleri, Ermeni devleti kurmak istediklerini hemen anladılar. Aynı senaryoyu Batı Anadolu’da da sahneye koymaya çalıştılar. Orada kurulmak istenen Çerkez devletine karşı en şiddetli tepki Çerkezlerden geldi. Gerek doğudaki; gerekse batıdaki insanımızda bulunan milli şuur, oynanan oyunun sezilmesine vesile oluyor, bağımsızlığımızın temelini teşkil ediyordu.
Sovyet Rusya, Afganistan’ı ele geçirmek istedi. Aralarında mukayese edilemeyecek kadar güç farkı bulunmasına rağmen, sert iklimin çocukları Afganlılar vatanlarını Ruslara mezar yaptılar. Gelen düşmanı teşhiste güçlük çekmiyorlardı; bu, birliklerinisağlamaya yetiyordu. Ruslara karşı başarılı savunma yapan Afganlılar, karşılarında düşman yokken iç barışlarını sağlamakta aynı başarıyı elde edemediler. Çünkü milli şuurları zayıftı; küçük bir farklılığın tahriki ortalığı cehenneme çevirmeye yetiyordu. Her ülkede tahrik edilecek farklılıklar bulunabilir; ama milli şuurları güçlü cemiyetlerde tahrikler etkilerini gösteremezler. Alman milletinde Katolikler, Protestanlar vardır; sayıları da birbirine yakındır. Tahrikle Katolik, Protestan çatışması çıkarmak mümkün mü? Geçmişteki acılardan elde ettikleri tarih felsefesiyle analizini yaptıkları milli şuurlarını sarsmak kabil mi?
Milli şuur gökten zembille inmez. Metafizik atmosfer, tarih bilgisi, milli acılar ve benzeri faktörler milli şuuru oluştururlar. Ama onun beslendiği en önemli kaynak tarih şuurudur; ondan mahrum kalan milli şuur, susuz kalmış çiçek gibi kurur.

Mehmed Niyazi
26.08.2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder