16 Kasım 2012 Cuma

Sayan Dağları’nda Dukha Türkleri


Kasım sayısında uzak Moğolistan’ın kuzeybatı sınırında, Sayan Dağları’nda ren geyikleriyle birlikte mevsimlik göçerlik yaşayan, kışın da yayladan kışlağa inen Dukha Türklerini ele alan 
Atlas Dergisi dünyadaki benzerlerinden çok üstün durumda
Atlas Coğrafya ve Keşif dergisi gelecek yıl 20’nci yaşını tamamlayacak. İşletme ve yayıncılık açısından başarı gösteren bir süre, dünyadaki benzerlerine göreyse çok genç. Fakat genç “Atlas” yüksek bir niteliğe ulaştı. Her sayıda bilinmeyen Türkiye’yi yeni köşeleriyle tanıttı ve bu tanıtma yazıları üniversite gençliğini uzun yürüyüşlere, dağcılığa ve mağara keşiflerine yöneltti. Atlas dünyaya da açıldı. İlginç makaleler ortaya çıktı. Hiç abartma sayılmamalıdır; bu dergidünyadaki benzerlerinden üstündür ve müstakil keşifleri var. Kasım sayısında Selcen Küçüküstel uzak Moğolistan’ın kuzeybatı sınırında Sayan Dağları’nda ren geyikleriyle birlikte mevsimlik göçerlik yaşayan, kışın da yayladan kışlağa inen Dukha Türklerini ele alıyor. Avcılık, toplayıcılığın ötesinde at ve ren geyiği besleniyor ama bir yandan da kışın çocuklar okulda okuyor... Gençlerin eğitimi gelenekselin dışına çıktığına göre bir zamanlar ülkemizde de bulunan bizim yerli göçerler gibi istikbalin ne olacağı belli; eriyecekler ve yerleşecekler... Ve tanımadığımız Kıpçak grubundan bir lehçeyle konuştukları anlaşılan bu kavmin tanıtıcı tarihî belgelerinden biri “Atlas” dergisinin Kasım 2012 sayısı olacak.
Selcen Küçüküstel gitmeden yerel lehçeyi de bir hayli çalışmış. Ata binmeyi biliyor, sıradan gazeteci ve gezgin değil. Atlas dergisi grubunun en önemli özelliği bu; Selcen’in yerel halkla kurduğu ilişki, coğrafyayı tanımlaması ve tanıtması eşsiz. Dukhaların ren geyiği bakımındaki ustalıkları, coğrafyadaki rolleri, taygada sürdükleri hayat sayfalar boyu en ustaca çekilmiş fotoğrafların eşliğinde tasvir ediliyor. İlginç adetlerin yaşadığını gördüm. İslamiyet öncesi dönemlerde Türkler temizlik için suyu hiç kullanmazlar deniyordu. Bu gerçi mümkün değil; Dukhalar nehirde sabun ve deterjan kullanarak temizlenmiyorlar. Suyu mutlaka bir kovayla dışarı alarak temizlik için kullanıyorlar. Nehir tertemiz... İhtiyacı olan bitkileri ziyan etmemek için yeter miktarda topluyorlar. Çevre ile şefkatli bir bağları var. “Çevrende gördüğün her şeyin bir ruhu vardır” diyorlar.
Göçün zamanı ve hedefini ren geyiklerinin ve ihtiyaçları olan gıdanın tayin ettiği açık ama artık başka unsurlar da sıraya girmiş gibi görünüyor. Her sayıda olduğu gibi dergide Türkiye coğrafyasının ve arkeolojisinin çevre problemlerini anlatan başka makaleler, gözlem ve gezi notları da var (Çukurova ve İznik gibi). Nihayet Bakü’ye, Kosova’ya uzanan gezi ve gözlemler bu sayıda Türkiye dışına açılan yazılarıdır. “Atlas” yaşaması ve yaşatılması gereken bir dergi.
Kaderin bağlılığı
10 Kasım 1938, Türkiye’nin önderi Dolmabahçe Sarayı’nda sonsuzluğa göçtüğünde önce Büyük Millet Meclisi toplandı, İsmet Paşa’yı reisicumhur seçti ve cenaze için hazırlıklara başlandı. Cenazenin Ankara’ya nakli, Etnografya Müzesi’nin geçici kabir olarak seçilmesi ve önüne bir katafalk yapılması ve naaşının burada muhafaza altına alınması, 1938 Kasım’ının 21’inci gününü bulmuştur. Cenaze milletlerarası muhteşem bir törenle kaldırıldı. Katafalkın hazırlanması için hükümet Türkiye’de bulunan ünlü bir mimarı görevlendirdi. 20’nci yüzyılın büyük komutan ve devlet adamıyla, büyük bir mimarının kader ortaklığı da böylece ortaya çıktı. Bruno Taut 1880’de bugünkü Königsberg’de doğan bir Yahudi ailenin çocuğuydu. Alman kültürüne ekseri Alman Yahudileri gibi en üst düzeyde vakıftı. Mimarlık sanatı ve teorisi üzerindeki eserleri el’an okunur. 1914’te Köln’deki ünlü Werkbund sergisinde, sergiden de ünlü Cam Evi (Glashause) ile meşhur olmuştur. Kendisine ekspresyonist deniyorsa da büyük mimarları etkilemiştir. Solcuydu. Nazilerin iktidarı aldığı 1933 yılında Sovyetler Birliği’ndeydi. Tacikistan’da sosyalizmin fakir başkenti Duşenbe’de dahi bina yapmıştı. Naziler ona “kültür bolşevisti” diyordu. Almanya’yı derhal terk etti.Avrupa bütün Alman entelektüellerine gösterdiği soğukluğu ona da tattırdı. 1936’da yeni Türkiye ona güzel sanatlar akademisinde profesörlük verince ülkemize sığındı. Arada Japonya’da da bulunmuştu. O dönemin Türkiye’deki etkisi Ortaköy’de Emin Vafi Korusu’ndaki Japon pagodası tipindeki evdir (Maalesef orijinal inşaatta bazı değişiklikler yapılmıştır). Hayatımda Ankara Atatürk Lisesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi yerde bulunmamın asıl faydası onun dünya mimarlık literatürüne geçen bu iki eserinin yakından tanımam oldu.
Eski Ankara’nın kasım ayı soğuklarında büyük saygı duyduğu Atatürk’ün cenazesi için tasarladığı katafalktı süratle tamamlamak için uğraşırken zatürreeye tutuldu. Atatürk’le aynı yılda doğmuştu, ölümü de onun gibi 1938’de 24 Aralık’ta kaldırıldığı İstanbul’daki hastanede oldu. Toparlanamadığı için enfarktüs geçirdi. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilen ilk ve tek gayrimüslimdi. Bütün eserleri arasında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Atatürk Lisesi ve Trabzon Lisesi kadar onu ifade edeni, onun aklı başında ve ekonomik kullanımlı mimarisini temsil edeni yok denir. Bu iki eserin sonradan geçirdiği anlamsız değişiklikleri ve ilaveleri tashih ederek Taut’un mirasını saygılıca korumalıyız.

İlber Ortaylı
11.11.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder